Tarih 2 Temmuz 1993, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a giden ve çoğunluğu Alevi aydın ve ozanlardan oluşan 33 kişi, Madımak Oteli’nin yakılması sonucu hayatını kaybetti. Bu trajik olayın üzerinden 31 yıl geçti.
“Farklı ağızlardan ama aynı dilden, aynı hevesten, aynı cümle(âlem)den sesler yükseliyordu:
“Girin… İçerden yakın… İçerden yak oğlum ya…” “Aha yaktı…” “Harika oldu ya…” “Yakacaksın ki bunları böyle…” “Yakamıyorlar, gaz maz hiçbir şey yok mu?..” “Bak, öbürünü görüyon mu bak? Oradaki polisi molisi dinlemiyor.” (Perdeler tutuşunca keyif kahkahaları… Kalabalıktan güçlü alkış, ıslık destekleri…)
“Lan yakın la… Yakın la!..” “Üst katlara! Üst katlaraaa!” (Başka bir ses) “Allahım o senin ateşin…” (Farklı bir ses) “Cehennem ateşi işte… Kâfirlerin yanacağı ateş” (kalabalıktan “Müslüman Türkiye” sloganları…)”
Girin İçerden Yakın
Sivas olayları, insanlık tarihinin kara lekelerinden biri olarak hafızalarımızda yer alıyor. Bu olay, insan haklarının en temel ilkelerinin ayaklar altına alındığı, insanların yalnızca düşünceleri ve inançları nedeniyle hedef alındığı korkunç bir şiddet vakasıdır.
Olayların seyrinde duyulan “Girin… İçerden yakın… İçerden yak oğlum ya…” gibi ifadeler, insanlık onurunun ve evrensel insan haklarının ne denli hiçe sayıldığını gözler önüne seriyor. Bu sesler, şiddetin ve nefreti körükleyen bir toplumsal psikozun ürünü olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların farklı inanç ve düşüncelere sahip olmasının, yaşam haklarının ellerinden alınmasını gerektirecek bir sebep olmadığını anlamak, modern toplumların en temel insan hakları anlayışıdır.
Felsefi bir perspektiften bakıldığında, bu tür olaylar insan doğasının karanlık yüzünü ve toplumların nasıl manipüle edilebileceğini gösteriyor. Nietzsche’nin “insan, insanın kurdudur” sözünü hatırlatan bu trajedi, insanın en vahşi güdülerinin nasıl harekete geçirilebileceğini ve kitlesel histerinin nasıl şekillendiğini gösteriyor. Bu olay, aynı zamanda, Heidegger’in “Varlık ve Zaman” eserinde belirttiği “ölüme doğru varoluş” kavramını da düşündürüyor. İnsanlar, kendi varoluşlarının farkındalığından koparak, ötekini yok etmeye yönelik bir varoluş biçimi sergiliyorlar.
İnsan hakları açısından bakıldığında, bu olay açık bir insanlık suçu ve insan hakları ihlalidir. Her bireyin yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü evrensel insan hakları beyannamesi tarafından korunmaktadır. Ancak, Sivas olayları bu hakların yok sayıldığı ve insanların sırf düşünceleri nedeniyle katledildiği bir trajediyi temsil ediyor. Bu olay, aynı zamanda devletlerin ve toplumların insan hakları konusunda ne denli duyarsız olabileceğini de gösteriyor. Olay sırasında yetkililerin yetersiz müdahalesi, devletin vatandaşlarının en temel haklarını koruma yükümlülüğünü yerine getiremediğini açıkça ortaya koyuyor.
Bu tür olayların bir daha yaşanmaması için toplumların hoşgörü, empati ve insan haklarına saygı temelinde yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Eğitim sistemlerinde insan hakları ve felsefi düşüncenin önemi vurgulanmalı, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü bir toplumsal bilinç oluşturulmalıdır. İnsanlık tarihinin bu karanlık sayfalarından ders alarak, daha adil ve hoşgörülü bir dünya inşa etmek hepimizin sorumluluğudur.
Nil Yurda